20 Eylül 2009 Pazar

Bakteri DNA’sındaki Mucize

Bakteri, sahip olduğu yüzlerce değişik özelliğin yanı sıra Allah'ın üstün yaratmasını sergileyen bir DNA’ya sahiptir. Bilinen en küçük bakteri olan theta-x-174’ün DNA’sında 5.375 nükleotid bulunmaktadır. Normal boyutlardaki bir bakteride ise nükleotid sayısı 3 milyon kadardır. Kodlanmış bu bilgiler, bakterinin yaşaması için gereklidir ve bunlarda meydana gelebilecek en küçük bir değişiklik bile bakterinin ölmesine neden olacaktır. Evrimci astronom Carl Sagan, bakteri hücresindeki bu olağanüstü bilgi hazinesinin kapasitesini şu şekilde açıklar: “Basit bir hücredeki bilginin 1012 bite (bayt) kadar olduğu tahmin edilmektedir. Bu sayı, Britannica Ansiklopedisinin yüz milyon sayfasına denk gelmektedir. (Carl Sagan, “LIFE" IN ENCYCLOPEDIA BRITANNICA: Macropedia (1974). Sf. 893-894) Yüz milyon sayfalık bu bilgi 2-3 mikron büyüklüğündeki bakterinin içinde bulunan DNA’da mevcuttur. 2-3 mikron büyüklüğündeki bu hücrenin içinde bilgi taşıyan bu sarmalın uzunluğu ise 1400 mikrondur. Burada 1 mikronun, 0,001 mm. gibi çok küçük bir birim olduğunu unutmamak gerekir. Özel bir dizayn ile bu müthiş bilgi zinciri, kendisinden binlerce kat küçük bir organizmanın içine sığdırılmıştır. Bu yaratılış harikasının içinde gerçekleşen işlemler ise mükemmel bir organizasyon ve şuurlu bir birlikteliği gösterir. Konuyla ilgili olarak Antropolog Loren Eiseley şu açıklamada bulunmaktadır: “En basit olarak kabul ettiğimiz hücrenin içindeki fizyo-kimyasal organizasyonun detaylarını kavramak bizim kapasitemizi aşmaktadır.” (Loren Eiseley, The Immense Journey, 1957, sf.206) Şunu tekrar belirtmekte yarar vardır: Bu derece yüklü bir bilgi, sadece “tek bir” hücrenin yaşaması için gereklidir. Bakterilerin, dünyanın her yanına yayılmış organizmalar olduğu düşünüldüğünde, böylesine bir bilginin her bir bakteri hücresinde aynı özen ve sıralama ile var olduğunu bilmek oldukça hayret vericidir. Böylesine bir sistem tesadüfen oluşabilir mi? Bu sistemin tesadüfen oluşamayacağını daha iyi görebilmek için DNA molekülünü daha yakından tanıyalım. Bakterinin genomunun içinde taşıdığı bilgiyi biyofizik uzmanı Dr. Lee Spetner şu şekilde açıklamıştır: “Genom (DNA molekülü) çok fazla bilgi taşıyabilmektedir. Örneğin bir bakterinin genomu, birkaç milyon sembolden oluşan bir dizidir. Bir memelinin genomu ise 2-4 milyar sembolden oluşmaktadır. Eğer bu sembolleri sıradan bir tür kitabın içerisine bassaydınız, bir bakteri için olan kitap yaklaşık olarak 1.000 sayfa olacaktı... Bu bilginin hepsi her bir hücrenin küçücük kromozomlarının içerisindedir.” (Dr. Lee Spetner, Not By Chance, Shattering The Modern Theory of Evolution, 1998, sf. 30) Aynı şekilde I. L. Cohen, evrim teorisindeki çelişkileri ve imkansızlıkları sergilediği kitabı “Darwin Was Wrong”da (Darwin Hatalıydı veya Yanılmıştı) bir bakteri DNA’sının tesadüfen meydana gelmesinin imkansızlığını şu şekilde belirtmiştir: “DNA’nın tesadüfen ortaya çıkma ihtimali oldukça azdır. ‘İhtimal faktörleri esas alındığında... 84’ün üzerinde nükleotide sahip olan herhangi bir DNA sarmalı tesadüfi mutasyonların ürünü olamayacaktır. Bu aşamada ihtimaller 4.80 x 1050’de 1’dir. Böyle bir sayı eğer yazılsaydı, şöyle olacaktı: 80,000,000,000,000,000,000,000,000,000,000,000,000,000,000,000,000... Matematikçiler 1050’nin üzerindeki herhangi bir sayının meydana gelme ihtimalinin istatistiksel olarak '0' olduğu konusunda hemfikirdirler. En küçük bakteri de dahil olmak üzere, bildiğimiz herhangi bir tür, 100 ya da 1.000’den çok daha fazla nükleotide sahiptir. Gerçekten tek hücreli bakteriler, çok özel bir dizilimle sıralanmış olan yaklaşık olarak 3.000.000 kadar nükleotid sergilemektedirler. Bunun anlamı şudur: Bilinen herhangi bir türün, tesadüfi olayların -tesadüfi mutasyonların- ürünü olmasının matematiksel ihtimali yoktur.” (L. Cohen, Darwin Was Wrong, 1984, sf. 205) Bakterilerin Üremesi Bakteriler çoğalmak için çeşitli mekanizmalar kullanırlar. Bu süreçte, ikiye bölünerek, spor haline gelerek veya eşeyli olarak üreyebilirler. Bu çoğalma işlemi de, bakterinin ne kadar kompleks bir yapıya sahip olduğunun diğer bir delilini teşkil eder. Bakteri hücresi bölünmeden önce kromatin adı verilen yapı bölünür ve yavru hücreler 30 dakika içinde tam büyüklüğe ulaşarak yeniden bölünmek için hazır olurlar. Bakteriyel hücre bölünmesi sırasında akıllıca tasarlanmış bir sistem devrededir. Bu tasarım sırasında meydana gelen DNA kopyalanması ve hücre bölünmesi, indirgenemez kompleksliğe bir örnektir. Yani sistemin çalışabilmesi için, sistemi oluşturan bütün parçaların aynı anda ve eksiksiz olarak birarada bulunmaları gerekmektedir. Böyle bir durumda evrim teorisinin temel iddiası olan kademeli ve tesadüfi gelişim fikri, geçersiz bir hale gelmekte ve çürümektedir. Son yıllarda yapılan çalışmalar bu kompleks sistemin, tahmin edilenden çok daha karmaşık olduğunu ortaya koymaktadır. Tek Bir Hücrede Sergilenen Akıl ve Sanat Buraya kadar verilen örneklerden de anlaşılacağı gibi, bakteriler, evrimcilerin iddia ettikleri gibi basit veya ilkel canlılar değildirler. Bütün canlı organizmalarda olduğu gibi, bakteriler de kompleks yapılara ve mekanizmalara sahiptirler. Hücre içinde gerçekleşen işlemler ve tek hücreli canlıların üstlendikleri görevler büyük bir uyum içerisindedir. Yani bakteriler, yaptıkları işler için gerekli olan ideal tasarıma sahiptirler. Burada ortaya çıkan evrimci yanılgı, bakteri hücresini, insan hücresi gibi çok farklı amaçlarla donatılmış bir yapıyla kıyaslamaktan kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla böyle bir karşılaştırma sonucunda bakteri hücresinin, insan hücresine göre daha ilkel olduğu ortaya çıkmaz. İki sistem de kendi içlerinde en fazla kompleksliğe sahiptirler. Ancak üstlendikleri görevlere göre farklılaşmış durumdadırlar. Tek bir hücrede sergilenen bu akıl ve sanat, kuşkusuz, küçücük bir varlığa bu muhteşem özellikleri veren Allah’ın yarattığı mucizeleri ve Allah’ın sonsuz ilmini görmek için büyük bir fırsattır.

18 Eylül 2009 Cuma

SEÇİCİLİK USTASI HÜCRE ZARI


Hücre zarı, hücrenin ihtiyacı olan maddeleri tanır, seçer ve büyük enerji harcayarak bu maddeleri hücre içine sokar. Bu transferlerdeki birçok olayın sırrı, kullanılan üstün teknolojiye rağmen hala çözülememiştir.

20. yüzyıla kadar bilim çevrelerinde, hücre en küçük canlı birimi olarak kabul edilmekteydi. Ancak hücreyi çevreleyen ve hacim olarak ondan çok daha küçük olan hücre zarı araştırmacıların karşısına adeta yeni bir canlı türü gibi çıktı. Çünkü hücreyi çepeçevre saran bu zarın, karar verme, hatırlama, değerlendirme gibi özellikleri vardı !

Peki 1 mm'nin yüz binde biri kalınlığındaki bir zar bu özelliklere nasıl sahip olmuştu? Vücudumuzdaki 100 trilyondan fazla hücrenin her birini saran bu zar, görevlerini nasıl kusursuzca ve mükemmel bir uyum içinde yapabilmektedir?

Böyle bir yapının oluşabilmesi için her bir molekülün, her bir atomun yapacağı işin önceden hesaplanmış ve tasarlanmış olması ve görevlerini eksiksiz yapmaları gerektiği çok açıktır.

Tabii ki böylesine mükemmel bir sistem tesadüfler sonucu, kendi kendine oluşmuş olamaz. Hiçbir şuura sahip olmayan protein ve yağ molekülleri şans eseri biraraya gelip de bu kadar kompleks bir yapıyı bilinçsizce oluşturamazlar. Böyle bir yapıyı ancak üstün ilim ve üstün kudret sahibi olan Allah'ın yaratmış olduğu ortadadır. Hücre zarına nasıl görev yapacağını öğreten, zarı oluşturan molekülleri biraraya getiren, bu molekülleri oluşturan atomları ve onların alt parçalarını yaratan Yüce Allah'tır.

Allah, bu sistemi elbette ki bir hikmet üzere yaratmıştır. Allah Kuran'da bunların yaratılış sebebini ve vicdanlı insanların tepkisini şöyle anlatmıştır:

"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 190-191)


Karar verebilen, hafızası olan, akıllı yağ ve protein molekülleri!

Hücre zarının yapısının ve yaptığı işlerin detayına inildikçe, tesadüflerin böyle bir sistemi oluşturamayacağı daha da iyi anlaşılır. Bu detayların birazını olsun görebilmek için öncelikle hücre zarını incelemek gerekir:

Zar, çift taraflı yağ molekülleri, moleküllerin arasında hücreye giriş-çıkışı sağlayan kapılar ve zarın dış ortamı tanımasını sağlayan algılayıcılardan oluşur. Bu kapılar ve algılayıcılar protein moleküllerinden yapılmıştır, hücre duvarının üzerinde yer alır ve hücreye yapılan tüm giriş ve çıkışları titiz bir biçimde denetlerler.

Hücre zarı, hücrenin dışındaki sayısız kimyasal maddeden hangisine ihtiyaç duyduğunu bilir, bunları tanıyıp ayırt eder ve yalnızca onları içeri alır. Son derece ekonomiktir; fazlasını kesinlikle içeri almaz. Bir yandan da hücrenin içindeki zararlı artıkları anında tespit eder ve hiç zaman kaybetmeden dışarı atar.

Zarın bir diğer görevi de, beyinden veya vücudun çeşitli bölgelerinden hormonlar vasıtasıyla taşınan mesajları anında hücrenin merkezine ulaştırmaktır. Bu işleri yapabilmesi için de zar, hücre içindeki bütün faaliyetleri ve gelişmeleri bilmeli, gerekli veya fazla olan maddeleri sürekli kontrol etmelidir.

Hücre zarı hücrenin ihtiyacı olan maddeleri tanır, seçer ve hücre içine sokar

Hücre zarında bazen bir pompa bazen de bir kapı gibi çalışan mekanizmalar vardır. Hücrenin yaşamını devam ettirmesi için zarlardan geçmesi gereken maddeler arasında çok büyük moleküller, küçük moleküller, elektronlar ve hatta fotonlar bulunur. Bazen hücre kapısı kendisinden çok daha büyük bir molekülü, yüksek enerjiler harcanarak, birçok enzimin yardımıyla son derece özenli bir şekilde hücrenin içine alır. Bazen de, geçecek madde hücre kapısına göre o kadar büyüktür ki, geçişin sağlanması için önce delik genişletilir, sonra yine eski haline döndürülür. Bu işlem sırasında, ne kapıya, ne geçen maddeye, ne de hücreye hiçbir zarar verilmez.



Hücre zarı oksijene, yağlara ve elektrik yüklü olmayan küçük moleküllere karşı geçirgendir. İyon veya protein gibi elektrik yüklü olan veya kutupsal olan büyük moleküllere karşı ise geçirgen değildir. Yağdan bir tabakanın -hücre zarının- böylesine hassas işleyen bir seçim mekanizmasına sahip olması, Allah'ın hücre zarında tecelli eden sonsuz ilminden sadece bir örnektir.


Pinositoz denilen bu işlemde hücre zarı bir miktar içeri gömülür, oluşan çukurun içine hücre dışında bulunan moleküller girer. Bu çukur içeri doğru iyice çekilerek hücre içine alınır ve bir kesecik oluşturulur. Bir anlamda hücre ihtiyacı olan maddeleri yutar. Ekzopinositoz işleminde ise benzer şekilde ama tam tersi olarak, büyük moleküller hücre dışına atılır.

Hücre zarı bütün bunları yaparken, hücrenin ihtiyacı olan maddeleri tanır, seçer ve büyük enerji harcayarak bu maddeleri hücre içine sokar. Bu transferlerdeki birçok olayın sırrı, kullanılan üstün teknolojiye rağmen hala çözülememiştir.

Vücuttaki trilyonlarca hücrenin birbirleri arasındaki bu akıl almaz işbirliğinde hücre zarının yeri büyüktür. Örneğin saç tellerinizin hepsinin beraber uzamasının nedeni kafa derisinde bulunan hücrelerin uyumudur. Bu uzama, hücre zarında bulunan ve diğer hücrelerle ilişkileri sağlayan özel proteinler ve kancalara benzeyen uzantılar sayesinde olur. Bu uzantılar sayesinde hücre, ancak kendi cinslerinden olan hücrelere tutunabilir. Böylece milyarlarca benzer hücre biraraya gelerek organları oluştururlar.

İnsan vücudunun bağışıklık sisteminde ise bazı özel savunma hücrelerinin zarları çok önemli role sahiptirler. Bu hücreler, her türlü yabancı maddeyi yakalayıp yutmakla görevlidirler. Bunu da zarları sayesinde yaparlar. Savunma hücrelerinin zarları vücuda girmiş olan zararlı yabancı maddeleri çok hassas bir şekilde tespit ederler. Yararlı hücrelere zarar vermezken, zararlı olabilecek olanları yakalarlar. Zararlı olan veya düşman hücreler yutulur veya çökertilir.



Hücre zarı boyunca kontrollü taşımaya izin veren proteinler bulunur. Bu proteinler hücre metabolizmasının ürünleridir. Onlar hücrenin işlev yapmasını sağlarken, hücreler de onları üretmek için gereklidir. Dolayısıyla canlılıktan söz edebilmek için hem proteinlerin hem de onları kodlayan bilginin ve üreten organellerin aynı anda ortaya çıkması gerekmektedir.
1- Oligosakkarit, 2- Glikolipit, 3- İntegral protein, 4- İntegral protein
5- Hidrofobik alfa heliksi, 6- Fosfolipit, 7- Kolesterol



Hücredeki kusursuz koordinasyonu sağlayan emirler nereden gelmektedir?

Görüldüğü gibi hücrede son derece kompleks bir mekanizma ve son derece üstün bir teknoloji işlemektedir. Üstelik insan aklının şu ana kadar ulaştığı son gelişmelerle bile bir taklidini üretemediği bu mekanizma binlerce yıldır aynı mükemmellikte çalışmasını sürdürmektedir.

Hücredeki bu kusursuz koordinasyonu sağlayan, neler yapacaklarını hücredeki her parçaya ilham eden yüce Allah'tır. Allah Kuran'da şöyle buyurmaktadır:

"Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için." (Talak Suresi, 12)

“JÖLE DOLU BASİT BALONCUK” MU?

Evrim teorisi, İngiliz doğabilimci Charles Darwin tarafından 19. yüzyılın ortalarında ileri sürüldü. O dönemin bugüne kıyasla en belirgin özelliği ise, bilim ve teknoloji düzeyinin son derece geri olmasıydı. 19. yüzyılın bilim adamları basit laboratuvarlarda, oldukça ilkel araçlarla çalışıyorlardı.
Kullandıkları araçlarla bakterilerin dahi varlığını görmeleri mümkün değildi. Dahası, Ortaçağ'dan beri süregelen pek çok batıl inanış, bilim adamlarını hala etkisi altında tutuyordu.Bu batıl inanışların biri, canlılığın temelde basit bir yapıya sahip olduğu düşüncesiydi. Eski Yunan düşünürü Aristo'ya kadar uzanan bu inanışa göre, canlılık bazı cansız maddelerin ıslak bir ortamda tesadüfen yanyana gelmeleriyle kendiliğinden başlayabiliyordu.
Darwin, teorisini geliştirirken bu inanışa, yani canlılığın temelde basit bir yapıya sahip olduğu düşüncesine dayandı. Darwin'in teorisini benimseyen ve savunan diğer biyologlar da aynı şekilde düşündü. Örneğin Darwinizm'in Almanya'daki en büyük destekçisi olan Earnst Haeckel, o dönemin mikroskoplarında sadece koyu bir leke gibi görünen canlı hücrenin çok basit bir yapıya sahip olduğunu düşünüyordu. Hatta bir yazısında hücre için açıkça "jöle dolu basit bir baloncuk" demişti.İşte evrim teorisi, bu ve benzeri varsayımlar üzerine kuruldu. Teoriyi ortaya atan Haeckel, Darwin ya da Huxley gibi isimler, canlılığın çok basit bir yapıya sahip olduğunu ve dolayısıyla bu basit yapının tesadüflerle kendi kendine oluşabileceğini düşünüyorlardı. Ancak, yanılıyorlardı.Darwin'den günümüze kadar geçen bir buçuk yüzyıl içinde, bilim ve teknolojide dev adımlar atıldı. Bilim adamları, Haeckel'in "jöle dolu basit bir baloncuk" dediği hücrenin gerçekte nasıl bir yapıya sahip olduğunu keşfettiler. Ve hücrenin hiç de önceden sanıldığı gibi basit olmadığını hayretle gördüler. Hücrenin içinde, Darwin zamanında hayal bile edilemeyecek kadar kompleks bir sistem olduğu ortaya çıktı.
Ünlü bir moleküler biyolog olan Profesör Michael Denton, hücrenin nasıl bir yapıya sahip olduğunu anlatmak için şöyle bir benzetme yapar:"Moleküler biyoloji tarafından ortaya çıkarılan yaşam gerçeğini kavrayabilmek için, bir hücreyi yaklaşık bin milyon kez büyütmemiz gerekir. Bu durumda hücre, New York ya da Londra gibi büyük bir şehri kaplayacak boyutta dev bir uzay gemisine benzeyecektir. Hücrenin yakınına gelip onu incelediğimizde, üzerindeki milyonlarca küçük kapıyla karşılaşırız. Ve eğer bu kapıların herhangi birinden içeri girersek, olağanüstü bir teknoloji ve bizi şaşkınlığa düşürecek bir komplekslikle yüzyüze geliriz.." (Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis. London: Burnett Books, 1985, s. 242)
Bu sitede de dev bir uzay gemisinden çok daha kompleks ve harika sistemlere sahip, minyatür bir şahaser olan hücredeki yaratılış mucizeleri tanıtılacaktır. Hücre içindeki organellerin ve hücrede üretilen enzimlerin, proteinlerin ve diğer tüm maddelerin, kendilerinden beklenmeyecek şuurlu hareketleri gözler önüne serilecektir. İnsan bedenindeki yaklaşık yüz trilyon hücrenin her birinde sergilenen üstün akıl ve bilgiyle ilgili örnekler anlatılacak; tüm bunların şuursuz tesadüflerin değil, Allah'ın eseri olduğu bir kez daha hatırlatılacaktır.Allah'ın yaratışının delilleri, O'nun üstün gücünün, aklının ve sanatının yansımaları aslında her yerdedir. İnsan gözünü nereye çevirse, Allah'ın yaratışı ile karşılaşır ve O'nu yücelterek tesbih eder.
Bu sitede özellikle hücre üzerinde durulmasının nedenlerinden biri canlılığın tesadüfen oluştuğunu iddia ederek, Allah'ı inkar edenlere gerçekleri bir kez daha göstermektir. Canlılık, tesadüfen oluşamayacak kadar kompleks ve detaylı özelliklere sahiptir, üstün bir Akıl ve Güç tarafından yaratıldığı apaçıktır. Bu sitenin bir diğer amacı da Allah'ın yaratışındaki üstünlüğü anlatarak O'nun yüceliğini tesbih etmektir.

16 Eylül 2009 Çarşamba

ALLAH İLMİYLE HER YERİ SARIP KUŞATANDIR

… hayatın üstün bir akıl tarafından tasarlanmış olduğu gerçeği, hayatı basit doğa kanunlarının bir sonucu olarak algılamaya alışmış bizlerde bir şok etkisi yaratmıştır.
Michael BehePek çok kişinin kendi vücudunda olup bitenler hakkında bilgisi son derece azdır. Hastalanıp tedavi görmesi gerekinceye kadar, ne kadar çok şeyin kendisi için önceden düşünülmüş olduğunun farkında olmadan yaşamını sürdürür. Bir gün bir rahatsızlık hissedene kadar, bedenindeki hiçbir şeyin takibini yapması, çalışıp çalışmadığından endişe etmesi gerekmez.
Hücre zarı, insanın yaşamını sürdürebilmesi için yaratılmış sayısız detaydan sadece bir tanesidir. Ancak insan bu incecik yağ tabakasının hiç yorulmadan, yanılmadan çalışmasına muhtaçtır. Çünkü hücre zarının eksiksizce yerine getirdiği ustalık isteyen görevlerin hiçbirini insanın belirleyip yerine getirmesi, hatta bu görevlerin sadece takibini yapması dahi mümkün değildir. Hiç kimse 100 trilyon hücresinin aynı anda ihtiyaçlarını gidermeyi, bu hücrelere hangi maddelerin, ne zaman, ne miktarda giriş-çıkış yapması gerektiğini belirlemeyi başaramaz. Allah bu incecik yağ tabakasından oluşan hücre zarını, insan daha öneminin şuuruna varmadan, her hücresinde var ederek kendisine canlılık vermiştir.
Hücre zarı mevcut tasarımına sahip olmasaydı, hücrenin varlığından dolayısıyla da canlılıktan söz etmemiz mümkün olmazdı. Akıl ve bilinç sahibi olmasına rağmen, insanın yapamadığı bu görevi tesadüflerin yapmasını beklemek, üstelik bunun kusursuzca, bir ömür boyu, bir biyologdan, bir kimyagerden çok daha profesyonel çalışmasını beklemek ne derece akla uygundur? Elbette ki böyle bir mantıksızlığı, akılcı düşünen hiç kimse kabul etmeyecektir. Dolayısıyla tesadüflerin mucizeler yaratmasını bekleyen evrimcilere -vicdan ve akıllarına başvurarak, her türlü ön yargıdan, toplum baskısından, yanılmış olmanın verdiği pişmanlık ve utanma duygularından uzaklaşarak- kendilerine şu soruları sormalarını öneriyoruz:
Şuur, akıl ve hafızadan yoksun yağ ve protein hücreleri seçim yapabilir mi? Bir maddenin faydalı ya da zararlı olup olmadığını ayırt edebilir mi? Bu maddeden nasıl faydalanacağını bilebilir mi? Faydasızsa, kendisine zarar vermeden bu maddeyi nasıl yok edeceğini düşünebilir mi? Birbiri ile koordinasyon içinde ve bir amaç doğrultusunda hareket edebilir mi? Birbiri ile haberleşerek yardımlaşabilir mi? Plan yapıp tedbir alabilir mi?...
Sayısını çokça artırabileceğimiz bu soruların hiçbirini, hücre zarının kendisinden beklemek mümkün değildir. Burada kimsenin reddedemeyeceği bir akıl ve tasarım mükemmelliği görülmektedir. Allah'ın varlığının delillerini görmezden gelmek isteyenler ise, gerçeklerden ne kadar kaçarlarsa kaçsınlar, bir ömür boyu kendi bedenlerinin her hücresinde, Allah'ın gücü, ilmi, sanatı ile kuşatılmış olarak yaşayacaklardır.
Kuran'da Allah şu şekilde bildirmektedir:
Sizi yaratan O'dur; buna rağmen sizden kiminiz kafirdir, kiminiz mü'min, Allah, yaptıklarınızı görendir. Gökleri ve yeri hak olmak üzere yarattı ve size düzenli bir biçim (suret) verdi; suretlerinizi de güzel yaptı. Dönüş O'nadır. (Teğabün Suresi, 2-3)

11 Eylül 2009 Cuma

Bir Yaralanmanın Ardından

Bir kaba bir miktar sıvı koyun ve kabın altından bir delik açın. Sıvı, her ne olursa olsun, mutlaka kabın altındaki bu delikten dökülmeye başlayacak ve kabın tamamı boşalana kadar da dökülmeye devam edecektir. Bu sıvıyı durdurabilmeniz için deliği bir şekilde kapatmanız gerekir. Aksi takdirde durdurmanız imkansızdır. Yeryüzünde, bir ağ örerek, açılan deliği kendi kendine kapatabilen tek sıvı “kan”dır. İşin daha da mucizevi yanı, bunu yapan kanın, müthiş bir hızla hareket halinde oluşudur.

Bir yerinizi yaraladığınızda, yaralanan yerde gerçekleşen işlemlerin farkında bile olmazsınız. Oradan akan kanın bir süre sonra duracağından ve birkaç hafta içinde yaranın tamamen kapanıp ortadan kaybolacağından eminsinizdir. Kanamanın durması ve yaranın kapanması için sizin pek bir şey yapmanıza gerek yoktur. Zaten kan eğer bunu kendi kendine yapmazsa, bu akışı durdurup yaranın kapanmasını sağlayacak bir yolunuz da yoktur. Ne yaparsanız yapın, kanın bu sürekli akışını engelleyemezsiniz. Bunu yapmak için ancak, kanı pıhtılaştıran faktörlere ihtiyacınız vardır. Peki nedir bu faktörler?

Yaralanmanın Ardından Vücutta Yaşananlar

Kanda ve dokularda pıhtılaşmanın meydana gelmesini sağlayan 40’tan fazla madde bulunur. Bunların bir kısmı pıhtılaşmayı başlatır, bir kısmı hızlandırır, bir kısmı da pıhtılaşmayı sona erdirir. Kanın pıhtılaşması, pıhtılaşmayı hızlandıran faktörler ile pıhtılaşmayı engelleyen faktörler arasındaki dengeye bağlıdır. Normal şartlarda, pıhtılaşmayı engelleyen faktörlerin, hızlandıranlardan daha çok olması gerekmektedir. Böylelikle bedende kontrolsüz bir pıhtılaşma durumu söz konusu olmaz. Hızlandırıcı faktörün engelleyici faktörden daha fazla olduğu tek an, bir damarın zedelenme anıdır. (Arthur C. Guyton, Tıbbi Fizyoloji, 7. Baskı, Nobel Tıp Kitabevi, 1986, sf. 115)

Damar zedelendiğinde vücutta oldukça yoğun bir hareketlenme başlar. Birkaç saniye sonra vücuttaki tüm sinirler ve tamir sistemleri uyarılmıştır. Pıhtılaşma mekanizmaları, kaybedilen kan miktarını azaltmıştır. Yaranın bulunduğu yerde salgılanan kimyevi maddeler, herhangi bir enfeksiyona karşı akyuvarları harekete geçirmiştir. Eğer oluşan yara çok büyükse, alarma geçen beyin ve iç salgı bezleri, kana kimyevi madde ve hormon ordusu salgılayarak bozulan vücut faaliyetlerini düzenlemeye çalışırlar. Bu, Yüce Allah’ın bedenimizde yarattığı olağanüstü bir kontrol mekanizmasıdır.

Şuur Kaybının Önlenmesi İçin 30 Saniye…

Ağır tahribatlarda büyük önlemler alınması ve açılan yarada pıhtılaşma işleminin hemen başlaması gerekmektedir. Bunu sağlamak için olağanüstü hızda bir iletişim sistemi şarttır. Sinirlerin beyne, tahribatın sınırları hakkında bilgi göndermesinin ardından sadece 50 milisaniye geçmiştir. Bu, gerçekten de baş döndürücü bir hızdır. Kişi, belki de, henüz bedeninde bir yara açıldığının bile farkında değildir.

Eğer kanama durdurulmazsa, vücuttaki kan basıncının düşmesi ve sıvı miktarının azalması, başta beyin olmak üzere tüm vücut organlarına zarar verecektir. Kan kaybı nedeniyle beyin fonksiyonları durduğunda, önce baygınlık, yaklaşık 30 saniye içinde de şuur kaybı meydana gelir. Ardından normal bir kan basıncı ile çalışabilen böbrekler, kan basıncının düşmesi sonucunda işlevlerini yerine getirememeye başlarlar. İşte bu nedenle kanamanın hemen durması çok önemlidir.

İlk önlemler ise hayatidir. Damarın kesilmesinden sonraki iki saniye içinde damarın duvarı ani bir spazm ile yani bir refleks hareketi ile kasılır. Kalın duvarlara sahip olan atardamar ise başka bir önlem alır ve otomatik olarak kapanarak vücuda kan akışını en aza indirmeye başlar. Damarda kanama ne kadar fazlaysa, spazm da o kadar çok olur. Söz konusu refleks hareketi 20-30 dakika kadar sürebilir. Bu önlemin ardından trombositler devreye girerler. Kanama çok yoğun ise 10-15 saniye içinde, kanama yoğun değilse 1 veya 2 dakika içinde trombosit pıhtısı meydana gelir ve kan akışı büyük ölçüde durdurulur.

Artık, yaranın tamamen kapanması ve vücut fonksiyonlarının eskisi gibi devam etmesi gerekmektedir. Bu nedenle artık devreye pıhtılaşma mekanizması girer.

Olağanüstü Niteliklerdeki Bir Ağ

Kanda pıhtılaşmaya etki eden 40 faktörü tek bir yazıda detaylı olarak incelememiz imkansızdır. Bu nedenle, pıhtılaşma sisteminin sadece ana elemanlarını tanıtmak yerinde olacaktır.

Fibrinojen, pıhtılaşma mekanizmasının en önemli elemanlarındandır ve pıhtı malzemesinin kandaki durağan halidir. Tuzun suda erimesi gibi, o da plazma içinde erimiş durumdadır. Vücutta herhangi bir yara oluşana kadar, son derece sakin bir şekilde dolaşır durur.

Vücutta bir yara meydana geldiğinde, trombin adındaki bir başka protein, fibrinojenin zincirindeki üç halkadan iki tanesini keser. Artık bu protein, fibrinojen değil “fibrin”dir ve bu aşamadan sonra aktif haldedir. Fibrinin kesilen yüzeyleri yapışkan parçalara sahiptir. Bu yapışkan parçalar da diğer fibrinlerin gelerek kendisine yapışmalarına neden olur. Fibrinlerin birbirlerine yapışarak meydana getirdikleri bu kütle, kanın akışını durdurmak için meydana getirilmiş ilk pıhtıdır. İlk aşamada detaylı bir çalışma yapılmadan bu ilk pıhtının oluşturulması için gayret gösterilir. Buradaki amaç, kanı durdurmak, aynı zamanda da en az protein kullanarak bir ilk yardım yapmaktır, yani proteinden tasarruf etmektir.

Vücutta yaranın açılması ile aniden harekete geçen trombin, bulduğu bütün fibrinojenlerin zincir halkalarını kesmeye başlar. Fakat trombinin bunu sürekli olarak veya yaranın bulunduğu yerden farklı bir yerde yapmaması gerekmektedir, çünkü eğer bu şekilde bağımsız hareket ederse, kestiği tüm fibrinler birbirlerine yapışacak ve dolaşım içinde kontrolsüz pıhtılar meydana gelecektir. Oluşan bu pıhtılar ise damarların tıkanmasına yol açacaktır. Bu durumda trombinin bir şekilde “baskı altında tutulması” ve gerekli zamanda gerekli şekilde hareket etmek için bir ültimatom alması gerekmektedir.

Stuart Faktörü Mucizesi

Bu aşamada, söz konusu mekanizmanın bir “indirgenemez komplekslik” olduğunu kanıtlayan bir bağlantı daha karşımıza çıkar: Trombini harekete geçiren bir başka protein olan Stuart faktörü.

Stuart faktörü, kanda bulunan protrombini keserek onu aktif durumda bir trombin haline dönüştürür. Ancak burada bir problemle karşı karşıya kalırız. Eğer Stuart faktörü, amaçsızca gördüğü her protrombini trombin haline dönüştürürse, yine kontrolsüz bir hareketlenme meydana gelecek ve dolaşım içinde pıhtılaşma oluşma ihtimali artacaktır. Bu durumda Stuart faktörünün de kanda sürekli olarak aktif halde bulunmaması ve hareketlenmek için ültimatom beklemesi gerekmektedir.

Stuart faktörünün harekete geçebilmesi için ültimatom, Akselerin adındaki bir başka proteinden gelir. Ancak Akselerin de kanda kendi halinde dolaşan bir proteindir. Kanda kendi halinde dolaşan bu proteinin de aktifleşmesi gerekmektedir. Ve elbette bunun için de bir proteine ihtiyaç vardır. Ancak işin en hayranlık uyandırıcı yanı, Akselerinin hareketlenmesini sağlayan proteinin “trombin” olmasıdır. Oysa trombin bu sıralamada Akselerinin olduğu yerden daha sonra gelmektedir. Peki böyle bir şey nasıl olur?

Vücutta bunun için tedbir alınmıştır. Normal şartlarda kanda her zaman bir miktar trombin bulunur. Dolayısıyla kandaki bu hareketlenmeyi başlatan, kanda hazır bulunan söz konusu trombin molekülleridir. Ancak herşeye rağmen, kanın pıhtılaşması işleminde ardı arkasına gelen bu aktifleşmelerin nasıl sağlandığı ve ilk planda trombinin nasıl hareketlendiği henüz tam olarak anlaşılamamıştır. (Michael J. Behe, Darwin’in Kara Kutusu, Aksoy Yayıncılık, 1998, sf. 87-88-89)

Bu sistemi tüm muhteşem özellikleri ve kompleksliği ile yaratan Yüce Allah’tır. O, yerleri ve gökleri ve ikisi arasındakileri yaratmış, yarattığı her varlıkta Kendi ilmini sergilemiştir. İşte Darwinistlerin kabullenmekten kaçındıkları gerçek budur.

Tam ve Mükemmel Çalışan Sistem

Yukarıda anlattığımız birbiri ile bağlantılı bu muazzam sistemin tek bir halkasının eksik olması durumunda ne olur? Bu, son derece önemli bir sorudur. Bu zincirin tek bir halkasını devreden çıkardığımızda kan, pıhtılaşma işlevini yerine getiremeyecektir.

Bu durum ne tip sonuçlar doğurabilir? Normal şartlarda bir insan, vücudunda bir Stuart faktörünün veya başka bir proteinin eksikliğini hissetmez. Ancak vücudun herhangi bir yerinde kanama başladığında bu eksiklik kendini hemen gösterir, hatta bunun sonuçları hayati olabilir. Başlayan kanama bir türlü durmaz ve kesik küçük olsa bile son derece büyük bir sorun haline gelebilir. Dışarıdan etki bu şekildedir. İçeride ise, aniden başlayan iç kanamalar eklemlere ve kıkırdaklara oldukça büyük zararlar vermeye başlar ve kanamalar durdurulamazsa sonuç kaçınılmaz olarak ölüm olur.

Hemofili hastalığı bu duruma en önemli örnektir. Bu hastalıkta kandaki pıhtılaşma sisteminin “sadece bir üyesi” fonksiyonunu yerine getirememektedir. Bu durum, kanın pıhtılaşmasını tümüyle engeller. Pıhtılaşamayan kan, açılan herhangi bir yaradan hiç durmadan dışarı akacaktır. Dışarıdan bir basınçla engellense bile, yara hiçbir şekilde kapatılamayacaktır. Bu sorunun çözülmesi için genellikle kişiye taze plazma takviyesi yapılır veya yetersiz olan pıhtılaşma faktörü kanama bölgesine verilir. (The Human Body: An Intelligent Design, Alan L. Gillen, Frank J. Sherwin III, Alan C. Knowles, Creation Research Society Monograph Series: Number 8, Creation Research Society Books, sf. 117) Tek bir faktörün eksikliği, sistemi tamamen işlevsiz hale getirmektedir. Ve eğer söz konusu tıbbi müdahaleler gerçekleşmezse, kanın akışını durdurmanın başka bir yolu yoktur.

Hayali evrim sürecinin hiç var olmadığının delillerinden biri de pıhtılaşma sistemindeki mükemmellik ve kompleksliktir. Darwinistlere göre her faktör aşama aşama gelişmiştir ve bu durumda aşamaların her biri tek başına işlevsizdir. Ancak pıhtılaşma zincirindeki tek bir halkanın hatta bu halkayı oluşturan tek bir genin bile evrimcilerin iddia ettiği gibi tesadüfen oluşamayacağını, Leigh Üniversitesi biyokimya profesörü Michael Behe ise şu şekilde açıklamaktadır:

“Kanı pıhtılaştıran proteinlerin, genlerinin şöyle bir karıştırılmasıyla oluştuğunu söylemek, düzenli ve anlamlı bir paragraf oluşturmak amacıyla ansiklopediden rastgele seçilen cümleleri biraraya getirmeye benzer.” (Michael J. Behe, Darwin’in Kara Kutusu, Aksoy Yayıncılık, 1998, sf. 99)

İnsan Vücudundaki Kusursuzluk Yüce Allah’ın Yaratış Delillerinden Yalnızca Birisidir

Profesör Behe’nin de belirttiği gibi, “Dünyada hiç kimsenin pıhtılaşma şelalesinin nasıl meydana geldiği hakkında mutlak bir fikri yoktur.” (Michael J. Behe, Darwin’in Kara Kutusu, Aksoy Yayıncılık, 1998, sf. 103) Burada önemli olan, sistemin tesadüflerle oluşamayacak kadar kompleks, kusursuz; ancak Yüce Allah’ın eseri olabilecek kadar mükemmel olduğunu görebilmektir. Yeryüzünde hakim olan akıllı tasarımın varlığını anlamak, vücudumuzdaki gözle görülmeyen sistemlerin her aşamasında benzeri olmayan bir “Aklın” büyük bir ihtişamla ortaya çıktığını kavramaktır. Aklını kullanabilen hiçbir insan, bu gerçekleri görmekte tereddüt etmeyecektir. Yüce Allah’ın mutlak varlığı, tüm ihtişamı ile gözler önündedir. Rabbimiz, insanın kusursuz yaratılışını bir ayetinde şu şekilde açıklamaktadır:

O’dur ki, sizi topraktan, sonra bir damla sudan, sonra bir alaktan (embriyo) yarattı; sonra sizi bir bebek olarak çıkarmakta, sonra güçlü (erginlik) çağınıza erişmeniz, sonra da yaşlanmanız için size (belli bir ömür vermektedir). Sizden kiminin daha önce hayatına son verilmektedir; adı konulmuş bir ecele erişmeniz ve belki aklınızı kullanmanız için (Allah sizi böyle yaşatır). (Mümin Suresi, 67)

10 Eylül 2009 Perşembe

Bilgi ve Şuur Sahibi Enzimler

Bir hücrede, belli bir proteinin üretilmesi gerektiğinde, RNA polimeraz isimli bir enzim, hücrenin bilgi bankası olan DNA'ya gider ve DNA'dan üretilecek proteinle ilgili bilgileri bularak kendisine bir kopyasını alır. Ancak bazen proteinle ilgili bilgiler DNA'nın farklı bölgelerinde dağınık olarak bulunur. Bu nedenle, RNA polimeraz enzimi bilginin başladığı yerden bittiği yere kadar olan bölümün tamamını kopyaladığında, arada işine yaramayan yerleri de kopyalamış olur. Aralarda gereksiz bilgilerin bulunması ise, farklı ve işe yaramaz bir proteinin üretilmesine neden olacaktır. İşte bu aşamada "spliceosome" isimli enzimler yardıma gelirler ve büyük bir ustalıkla yüzbinlerce bilginin içinden gereksiz olanları seçip çıkartarak, kalan zincirleri birbirlerine eklerler.

RNA kırpılması olarak isimlendirilen bu işlemde, birkaç atomun birleşmesiyle meydana gelen moleküller, çok şuurlu bir davranış göstermektedirler. Adeta bir redaktör gibi çalışarak, yazıdaki eksikleri, hataları düzeltmektedirler. Bu atomlar, RNA polimeraz'ın hangi proteini üretmeye çalıştığını bilmekte, bu proteinin meydana gelmesi için gerekli ve gereksiz olan bilgiyi birbirinden ayırt edebilmekte, üstelik yüzbinlerce bilgi arasında hiç hata yapmadan bu işi gerçekleştirebilmektedirler. Ayrıca, kendilerine her ihtiyaç olduğunda bunu hemen anlayarak hiç gecikmeden olay yerine gelip, görevlerine başlamaktadırlar.

Burada anlatılanlar, hücrenin içinde gerçekleşen milyonlarca olaydan sadece bir tanesinin, küçük bir ara aşamasıdır. Bu şuuru, bilgiyi, aklı, beceriyi, sorumluluk hissini ve işbirliği gerektiren davranışları şuursuz atomların göstermeleri kesinlikle mümkün değildir. Ne var ki evrimciler, doğanın böylesine kusursuz bir sistemi, tesadüfen oluşturduğunu iddia edecek kadar mantığa, akla ve bilime karşı gelmektedirler. Ancak evrimciler yanılmaktadır. Tüm bu şuurlu ve planlı işlerin düzenleyicisi ve yöneticisi Allah'tır.

9 Eylül 2009 Çarşamba

BİR HÜCREDEN BİR ÇİĞNEM ET PARÇASINA

Bir et parçasına benzeyen bu hücre yığını bölünmeye devam edecek ve zaman içinde dünyayı görmemizi sağlayan gözlerimizi, kokuları algılamamızı sağlayan burnumuzu, koşmamızı, yürümemizi sağlayan ayaklarımızı, ellerimizi oluşturacaktır. İç organlarımız da bu hücrelerden oluşacaktır. Bu muhteşem değişim elbette ki tesadüflerin eseri değildir. Kendi kendine böyle bir değişim oluşamaz. İnsan bedenindeki bu kusursuz değişimi oluşturan, tüm alemlerin Rabbi olan Allah'tır.Hücreler zaman içinde bölünmeye devam ederek ve gruplanarak, ışığa karşı hassas göz hücrelerini, acıyı, tatlıyı, ağrıyı, sıcağı, soğuğu algılayacak sinir hücrelerini, ses titreşimlerini hissedecek kulak hücrelerini ve gıdaları sindirecek sindirim sistemi hücrelerini ve daha birçoklarını oluşturmaya devam ederler. Embriyonun ilk üç haftası bittiğinde çoğalan hücreler bir çiğnemlik et parçası görünümü alırlar. Bu gelişim Kuran ayetlerinde "alak"tan "bir çiğnem et parçası"na değişim olarak bildirilmiştir. Ayette şöyle buyrulmaktadır:Sonra o su damlasını bir alak olarak yarattık; ardından o alak'ı bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra başka bir yaratılışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne yücedir. (Müminun Suresi, 14)Bebeğin oluşumundaki 1. evrenin bu şekilde bir oluşumla sonuçlandığı embriyoloji bilimi tarafından yakın bir zamanda keşfedilmiştir. Ancak Alemlerin Rabbi olan Allah'ın indirdiği ve hiçbir eksiklik olmayan Kuran'da bu bilimsel gerçek 1400 sene önce bildirilmiştir. Allah'ın şanı çok yücedir.